Türk-İş’in 2 Haziran 2025 Basın Açıklaması: İçerik, Bağlam ve Potansiyel Sosyo-Ekonomik Etkiler
I. Yönetici Özeti
2 Haziran 2025 tarihinde Türk-İş, Hak-İş ile birlikte ortak bir duruş sergileyerek Türk hükümetine karşı güçlü bir ültimatom yayımlamıştır. Bu açıklama, kamu kesimi toplu iş sözleşmeleri için somut ve müzakere edilebilir bir ücret teklifinin üç aydır yanıtlanmaması üzerine yapılmış olup, ülke genelinde 81 ilde endüstriyel eylem tehdidini içermektedir.1
Türk-İş’in temel talepleri, enflasyon karşısında eriyen ücretlerin insanca yaşanabilir seviyelere çekilmesi, sosyal hakların güncellenmesi ve temsil ettikleri yaklaşık 600.000 kamu sektörü çalışanının genel refahının artırılması etrafında yoğunlaşmaktadır.1
Bu açıklama, Türkiye’deki işçi-hükümet ilişkilerinde kritik bir tırmanışı işaret etmektedir. Türk-İş’in geçmişteki büyük ölçekli seferberlik kapasitesi göz önüne alındığında, bu durum temel kamu hizmetlerinde önemli ekonomik aksaklıklara ve artan sosyal ve siyasi gerilimlere yol açma potansiyeli taşımaktadır.
II. Giriş: Türkiye Endüstriyel İlişkilerinin Görünümü
Türk-İş’in Türkiye’deki Rolü ve Etkisine Kısa Tarihsel Bakış
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), 31 Temmuz 1952’de kurulmuş olup, o günden bu yana 34 üye sendikası ve 1,3 milyonu aşkın üyesiyle Türkiye’nin en büyük işçi konfederasyonu haline gelmiştir.3 Yedi yılı aşkın süredir Türk-İş, işçilerin, emeklilerin ve dezavantajlı kesimlerin “sesi, güvencesi ve umudu” olarak konumlanmıştır.3 Kuruluşundan itibaren işçilerin sosyal ve ekonomik haklarının yayılmasında etkili bir kuruluş olarak öne çıkmıştır.4 Sendikal yaşamın gelişimi, 1938’deki sınıf bazlı örgütlenme yasaklarından, II. Dünya Savaşı sonrası 1946 ve 1947’deki yasal tanımaya kadar uzanan karmaşık bir yasal süreçle şekillenmiştir.5
Konfederasyonun yapısal ve operasyonel felsefesi, özellikle Amerikan işçi hareketinden, yani AFL-CIO’dan önemli ölçüde etkilenmiştir. Bu etki, siyasi partilerden bağımsızlık, merkezi bir örgütlenme yapısı, açık sınıf mücadelesini reddetme ve işçi, işveren ve devlet arasında işbirliğini teşvik etme gibi ilkeleri benimsemesine yol açmıştır.5 Bu ideolojik duruş, 1964 yılında “partiler üstü” ilkesinin tüzükte yer almasıyla resmileşmiştir.5
Ancak, Türk-İş’in “partiler üstü” ilkesi, siyasi tarafsızlık konusunda katı bir doktrin olmaktan ziyade, stratejik bir esneklik aracı olarak işlev görmüştür. Tarihsel olarak, Türk-İş, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat askeri müdahalelerini desteklemiş ve hatta 1980 darbesi sonrası kurulan askeri hükümette genel sekreterini bakan olarak görevlendirmiştir.5 Aynı zamanda, 24 Ocak 1980 kararları gibi hükümetin belirli ekonomik politikalarını eleştirmiştir.5 Bu durum, Türk-İş’in eylemlerinin, doğrudan bir parti bağı olmaksızın, işçi çıkarları için algılanan avantajlara veya siyasi ortamdaki önemli değişikliklere göre siyasi güçlerle ilişki kurma veya onlardan uzak durma konusunda pragmatik ve uyarlanabilir bir yaklaşım sergilediğini göstermektedir. 1990’lardan sonra Türk-İş, demokrasi, laiklik ve terörle mücadele gibi daha geniş ulusal ve toplumsal konulara odaklanarak faaliyet alanını genişletmiş ve diğer sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliğine gitmiştir.5 Bu tarihsel örüntü, Türk-İş’in mevcut ültimatomunun sadece ekonomik bir talep olmaktan öte, sendikanın siyasi söylemi etkileme ve genel siyasi ortam üzerinde baskı kurma kapasitesini kullandığı hesaplı bir manevra olduğunu ortaya koymaktadır.
Mevcut Sosyo-Ekonomik Arka Plan (2025): Enflasyon, Yaşam Maliyeti ve İşgücü Piyasası Dinamikleri
Türkiye, 2025 yılında da önemli enflasyonist baskılarla karşı karşıyadır. Yıllık Tüketici Fiyat Endeksi’nin (TÜFE) Mayıs 2025 itibarıyla %36’ya, yıl sonunda ise %31’e düşmesi beklenirken 6, gıda enflasyonu Mayıs 2025’te yıllık bazda %32,3 ile hala ciddi bir endişe kaynağıdır.6 Türk-İş’in açıklaması, bu durumun sabit gelirliler üzerindeki ağır etkisini açıkça ifade etmekte, “işçi sınıfının nefes almakta zorlandığını” ve “geçen her günün işçiler için bir kayıp” olduğunu vurgulamaktadır.1
2025 yılı için net asgari ücret 22.104,67 TL olarak belirlenmiş olup, bu, Ocak 2024’e göre %30’luk bir artışı temsil etmektedir.7 Ancak Türk-İş, ücret artışlarının enflasyonu sadece takip etmek yerine, işçilerin satın alma gücünü gerçek anlamda artırmak için enflasyonun önünde olması gerektiğini sürekli olarak savunmaktadır.3 Kamu sektörü çalışanları için aylardır süren müzakerelere rağmen somut bir teklif gelmemesi, ücretlerin yaşam maliyeti karşısında sürekli olarak eridiği algısını pekiştirmektedir.1
İşgücü piyasası dinamiklerine bakıldığında, 2025’in ilk çeyreğinde işsizlik oranı %7,9 ile son 25 yılın en düşük seviyesine gerilemiştir.9 Ancak, iş aramaktan vazgeçenleri ve eksik istihdam edilenleri de kapsayan “geniş tanımlı işsizlik oranı” (atıl işgücü oranı) 2025’in ilk çeyreğinde %29,4’e, Nisan 2025’te ise %32,2’ye yükselmiştir.9 Bu keskin fark, işgücü piyasasındaki yapısal sorunların devam ettiğini ve resmi işsizlik rakamlarının işgücü piyasasındaki kırılganlığın tam boyutunu yansıtmadığını göstermektedir. Ayrıca, kadınların işgücüne katılım oranı %31,3 ile oldukça düşük seyretmekte olup, Türkiye bu konuda OECD ülkeleri arasında en düşük üçüncü sırada yer almaktadır.9
Türkiye ekonomisi 2024 yılında %3,2 büyüme kaydetmiştir.11 Ancak diğer göstergeler temel zayıflıklara işaret etmektedir. Nisan 2025’te İmalat Sanayi Kapasite Kullanım Oranı %74,3 olarak gerçekleşirken, Şubat 2025’te Sanayi Üretim Endeksi bir önceki aya göre %1,6 düşüş göstermiştir.11 Nisan 2025’te 50 puan eşiğinin altında kalan Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) 47,3 ve Yeni İhracat Siparişleri Endeksi 48,7, imalat sektörü ve ihracat faaliyetlerinde daralmaya işaret etmektedir.11 Ayrıca, cari işlemler açığı Ocak 2025’te genişlemiştir.12
Makroekonomik istikrar söylemleri ile yaşanan ekonomik gerçeklikler arasındaki bu tutarsızlık, Türk-İş’in agresif duruşunu ve yüksek “geniş tanımlı işsizlik” oranını anlamak için kritik bir bağlam sunmaktadır. Enflasyonun, özellikle gıda gibi temel mallarda yüksek seyretmesi, nominal ücret artışlarına rağmen sabit gelirlilerin satın alma gücünü doğrudan aşındırmaktadır. Bu eşitsizlik, sosyal hoşnutsuzluk için verimli bir zemin oluşturmakta ve Türk-İş’in taleplerine meşruiyet kazandırmaktadır. Hükümetin makroekonomik istikrara odaklanırken, işçilerin acil yaşam maliyeti krizini yeterince ele almaması, nüfusun büyük bir kesimini yabancılaştırma ve daha fazla işçi huzursuzluğunu körükleme riski taşımaktadır. Bu durum, yalnızca yukarıdan aşağıya bir ekonomik yönetim yaklaşımının sosyal uyumu sürdürmek için yetersiz kalabileceğini düşündürmektedir.
Tablo 1: Türkiye Ekonomik ve İşgücü Piyasası Göstergeleri (2024-2025)
Gösterge | Değer | Kaynak |
GSYH Büyümesi (2024) | %3,2 | 11 |
Yıllık TÜFE (Mayıs 2025) | %36 (Beklenti) | 6 |
Yıllık TÜFE (2025 Yıl Sonu Tahmini) | %31 | 6 |
Yıllık Gıda Enflasyonu (Mayıs 2025) | %32,3 | 6 |
Net Asgari Ücret (2025) | 22.104,67 TL | 7 |
İşsizlik Oranı (2025 Q1) | %7,9 | 9 |
İşsizlik Oranı (Nisan 2025) | %8,6 | 10 |
Geniş Tanımlı İşsizlik (2025 Q1) | %29,4 | 9 |
Geniş Tanımlı İşsizlik (Nisan 2025) | %32,2 | 10 |
İmalat PMI (Nisan 2025) | 47,3 | 11 |
Yeni İhracat Siparişleri Endeksi (Nisan 2025) | 48,7 | 11 |
Cari İşlemler Dengesi (Ocak 2025) | -3.795 milyon USD (önceki yıla göre %66,7 artış) | 12 |
III. 2 Haziran 2025 Türk-İş Basın Açıklaması: İçerik ve Talepler
Kamu Çerçeve Anlaşma Protokolü Sunumu ve Hükümetin Yanıtsızlığı Bağlamı
2 Haziran’daki basın açıklamasının kökeni, Türk-İş Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu’nun, Hak-İş ile işbirliği içinde, 27 Şubat 2025 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na sunduğu Kamu Çerçeve Anlaşma Protokolü’ne dayanmaktadır.1 Bu protokol, kamu sektörü çalışanları için 2025-2026 dönemine ilişkin taleplerini içermekteydi.
Türk-İş tarafından dile getirilen temel şikayet, hükümetin uzun süreli sessizliğidir. 2 Haziran 2025 itibarıyla, protokolün sunulmasından tam üç ay sonra, müzakereler başlamış olmasına rağmen hükümetten somut bir ücret teklifi gelmemiştir. Türk-İş, müzakere masasını “boş” olarak nitelendirmiş ve bu sessizliğin sadece müzakerecileri değil, aynı zamanda geçim sıkıntısı çeken yüz binlerce işçiyi de “tedirgin ettiğini” belirtmiştir.1
Türk-İş’in 2 Haziran 2025’te güçlü bir ültimatom yayınlama kararı, son derece stratejik bir zamanlamaya işaret etmektedir. Bu zamanlama, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın 2-13 Haziran 2025 tarihleri arasında Cenevre’de “İşler, Haklar ve Büyüme” konulu 113. Uluslararası Çalışma Konferansı’na katılması planlanan döneme denk gelmektedir.14 Türk-İş, iç işgücü anlaşmazlığını tam da bu anda tırmandırarak, hükümetin uluslararası platformdaki işçi hakları söylemi ile iç politikadaki algılanan eylemsizliği veya isteksizliği arasında keskin bir tezat yaratmaktadır. Bu zamanlama, hükümet üzerindeki baskıyı artırmakta, uluslararası incelemeye veya utanca neden olmakta ve hükümeti benzer temalardaki küresel tartışmalara katılırken iç krizi ele almaya zorlamaktadır. Bu durum, Türk-İş’in iç taleplerini karşılamak için uluslararası sahneyi bir kaldıraç olarak kullanma konusundaki bilinçli bir girişimini ortaya koymaktadır.
Türk-İş’in Kamu Sektörü Çalışanları İçin Spesifik Taleplerinin Detaylı Analizi
Türk-İş ve Hak-İş’in ortak teklifi, kamu çalışanları için en düşük günlük ücretin 1.800 TL’ye çıkarılmasını talep etmektedir.15 Ayrıca, 2025 yılının ilk altı ayı için %50, sonraki altı aylık dönemler için ise %25 ücret artışı talep edilmektedir.15
Taleplerin temelinde, ücretlerin “insanca yaşam seviyesine” çekilmesi ve enflasyonun aşındırıcı etkilerine karşı etkin bir şekilde korunması yatmaktadır. Türk-İş, enflasyonun çalışanların satın alma gücünü sürekli olarak düşürmesinin kabul edilemez olduğunu vurgulamaktadır.1
Doğrudan ücret artışlarının ötesinde, protokol, sosyal hakların kapsamlı bir şekilde güncellenmesini ve kamu çalışanlarının genel refahının artırılmasını da içermektedir.1 Tekliflerinde ayrıca %10’luk bir refah payı da yer almaktadır.15
2 Haziran basın açıklamasında açıkça belirtilmese de, Türk-İş’in adil bir vergi sistemi konusundaki tarihsel talebi devam etmektedir. Konfederasyon, daha yüksek kazananların daha fazla vergi ödediği ve gelir ve kazanç vergisinin yaklaşık üçte ikisini ödeyen ücretli çalışanlar üzerindeki vergi yükünün önemli ölçüde hafifletildiği aşamalı bir vergi yapısını savunmaktadır.3 Vergi adaleti konusundaki bu geniş talep, işçi refahını artırmaya yönelik bütüncül yaklaşımlarını desteklemektedir.
Bu talepler, karayolları, demiryolları, elektrik üretim santralleri, bakanlıklar, üniversiteler ve hastaneler de dahil olmak üzere çeşitli sektörlerdeki yaklaşık 600.000 kamu çalışanı adına yapılmaktadır.1
81 İlde Ulusal Çapta Endüstriyel Eylem Açık Uyarısı
Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar, hükümete açık ve doğrudan bir uyarıda bulunmuştur: “Ücret teklifinizi bir an önce masaya koyun. Aksi halde; işçi sınıfının sabrı taşar, bu sabır sokakta ses bulur”.1
Ağar, hükümetin eylemsizliğinin devam etmesi durumunda ortaya çıkacak sonuçları daha da detaylandırmıştır. Müzakere edilebilir bir teklifin kısa sürede sunulmaması halinde, Türk-İş’in “müzakere ve arabuluculuk süreçlerinin sona erdiği her işyerinde üretimden gelen güçlerini yasal haklarını kullanarak hayata geçireceklerini” belirtmiştir. Açıkça, “eylem planlarını 81 ildeki kamu işyerlerinde tek tek hayata geçireceklerini” ilan etmiştir.1
“Bu masa susarsa, meydanlar konuşur” ifadesiyle özetlenen bu kesin ve yaygın grev ve protesto tehdidi, durumun aşırı ciddiyetini ve Türk-İş’in haklarını güvence altına alma konusundaki sarsılmaz kararlılığını vurgulamaktadır.1
Türk-İş’in “üretimden gelen gücünü” kullanma tehdidi, derin bir stratejik bildiridir. Bu kavram, işgücü teorisine dayanmakta ve işçilerin (emekleri aracılığıyla bile olsa) üretim araçlarını kontrol ederek ekonomik faaliyet üzerinde nihai bir kaldıraç gücüne sahip olduklarını vurgulamaktadır. Türk-İş, 81 ilde üretimi durdurma tehdidiyle sadece sembolik protestoları değil, temel kamu hizmetlerini felç etmeyi ve önemli ekonomik aksaklıklara yol açmayı amaçlamaktadır. Bu, geleneksel pazarlık taktiklerinin ötesine geçerek hükümetin kamu düzenini ve ekonomik işleyişi sürdürme kapasitesine doğrudan meydan okumaktadır. İfadenin kendisi, emeğin ekonomideki temel rolünü ve taleplerini görmezden gelmenin ciddi maliyetlerini hatırlatan güçlü bir ideolojik mesaj işlevi görmektedir. Bu tehdit, kamu sektörü istihdamının önemli olduğu ve yaygın aksaklıkların hızla daha geniş sosyal ve siyasi istikrarsızlığa dönüşebileceği Türkiye’de özellikle güçlüdür. Bu durum, Türk-İş’in hedeflerine ulaşmak için ekonomik acı çekmeye hazır olduğunu ve gücünün nihai kaynağını derinden anladığını göstermektedir.
Tablo 2: Türk-İş’in Kamu Sektörü Toplu İş Sözleşmesi İçin Temel Talepleri (2025)
Talep Kategorisi | Spesifik Talep | Kaynak |
En Düşük Günlük Ücret | 1.800 TL’ye yükseltilmesi | 15 |
Ücret Artışı (2025 İlk 6 Ay) | %50 | 15 |
Ücret Artışı (Sonraki 6 Aylık Dönemler) | %25 | 15 |
Refah Payı | %10 | 15 |
Niteliksel Talepler | Enflasyon karşısında ezilen ücretlerin insanca yaşam seviyesine çekilmesi, sosyal hakların güncellenmesi, kamu işçisinin refahının artırılması, ücret artışlarının enflasyonun önünde olması, çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınması ve ücretliler üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi. | 1 |
Temsil Edilen İşçi Sayısı | Yaklaşık 600.000 kamu işçisi | 1 |
IV. Potansiyel Etkilerin Analizi
A. Ekonomik Yansımalar
Türk-İş’in yaklaşık 600.000 kamu çalışanı için talep ettiği önemli ücret artışlarına (%50 ilk altı ay, %25 sonraki altı aylık dönemler ve %10 refah payı) uyulması, kamu harcamalarında ciddi bir artışı gerektirecektir.15 Bu durum, ulusal bütçe üzerinde büyük bir baskı oluşturabilir, mevcut cari işlemler açığını daha da kötüleştirebilir 12 ve hükümetin enflasyonu yönetme ve mali disiplini sürdürme çabalarını karmaşıklaştırabilir.6 Artan ücret faturası, hükümetin diğer kritik sektörlere kaynak ayırma veya kamu borcunu azaltma yeteneğini doğrudan etkileyecektir.
Türk-İş’in 81 ilde açıkça tehdit ettiği ülke çapında bir grev 1, temel kamu hizmetlerinde ciddi aksaklıklara yol açacaktır. Bu durum, karayolları, demiryolları, elektrik üretimi, çeşitli bakanlıklar, üniversiteler ve hastaneler gibi hayati sektörleri etkileyecektir.16 Böylesine yaygın bir aksaklık, kaçınılmaz olarak önemli ekonomik kayıplara yol açacak, tedarik zincirlerini felç edecek ve hem yerel hem de uluslararası iş dünyası güvenini olumsuz etkileyerek yabancı yatırımları caydırabilecektir. Türk-İş’in genel uyarı grevleri, işyeri terk etme eylemleri ve büyük mitingler gibi büyük ölçekli eylemleri içeren tarihsel sicili 19, yaygın ekonomik ve sosyal aksaklıkları organize etme konusundaki kanıtlanmış kapasitesini vurgulamaktadır.
Kamu sektörü müzakerelerinde Türk-İş için başarılı bir sonuç, özel sektördeki ücret talepleri için güçlü bir emsal teşkil edecektir. Bu durum, tüm ekonomide genel işgücü maliyetleri üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşturarak bir dalgalanma etkisi yaratabilir. Böyle bir senaryo, enflasyonist baskıları daha da körükleyebilir ve Merkez Bankası’nın yıllık TÜFE’yi 2025 yıl sonunda %31’e düşürmeyi hedefleyen sıkı para politikasını potansiyel olarak baltalayabilir.6 Mevcut ekonomik zorluklarla boğuşan özel sektör, artan işletme maliyetleriyle karşı karşıya kalacak ve bu da rekabet gücünü ve istihdamı etkileyebilir.
Türk-İş’in önemli ücret talepleri 15, mevcut yüksek enflasyona 1 doğrudan bir yanıttır. Hükümetin bu taleplere 600.000 kamu çalışanı için boyun eğmesi, devletin işgücü maliyetlerini önemli ölçüde artıracaktır. Bu artan harcama, artan vergilendirme, borçlanma veya daha da kritik olarak, enflasyonist bir ortamda daha fazla para basma veya kamu hizmetleri için fiyatları artırma gibi çeşitli yollarla finanse edilebilir. Bu yöntemlerden herhangi biri, ekonomiye daha yüksek fiyatlar olarak geri dönecek ve diğer işçi gruplarından yeni ücret artışı taleplerine yol açacaktır. Bu durum, yükselen ücretlerin yükselen fiyatları kovaladığı, kendi kendini besleyen klasik bir ücret-fiyat sarmalı yaratmaktadır. Bu risk, Merkez Bankası’nın enflasyonu sıkı para politikasıyla düşürme çabaları göz önüne alındığında özellikle akut bir hal almaktadır.6 Sürekli bir ücret-fiyat sarmalı, makroekonomik istikrar çabalarını raydan çıkarabilir, yüksek enflasyon dönemini uzatabilir ve hükümetin yapısal dönüşüm ve cari dengeyi iyileştirme gibi belirtilen ekonomik hedefleriyle doğrudan çelişebilir.18 Bu geri besleme döngüsü potansiyeli, mevcut anlaşmazlığı Türkiye’nin ekonomik geleceği için kritik bir dönüm noktası haline getirmektedir.
B. Sosyal ve Siyasi Etkiler
Türk-İş’in “işçi sınıfının sabrı taşar, bu sabır sokakta ses bulur” uyarısı 1, işçiler arasında yüksek düzeyde bir hayal kırıklığına ve doğrudan eyleme hazır olma durumuna işaret etmektedir. Hükümetin taleplerini yeterince karşılayamaması durumunda, yaygın grevler ve protestolar sosyal gerilimleri önemli ölçüde tırmandırabilir. Bu huzursuzluk, ekonomik zorluklardan etkilenen toplumun diğer kesimlerini de harekete geçirerek daha geniş bir kamu hoşnutsuzluğuna yol açabilir. Türk-İş’in “Temiz Toplum, Temiz Siyaset” veya “Demokratik ve Laik Türkiye” kampanyaları gibi daha geniş sosyal hareketlere tarihsel katılımı 19, işçi eylemlerinin sadece ekonomik talepleri aşarak daha geniş sosyo-politik açıklamalara dönüşebileceğini, hükümetin meşruiyetine ve istikrarına meydan okuyabileceğini göstermektedir.
Hükümetin mevcut ekonomik politika çerçevesi, Hazine ve Maliye Bakanı tarafından belirtildiği gibi, yapısal dönüşümü ve cari dengeyi iyileştirmeyi önceliklendirmektedir.18 Türk-İş’in talepleri, hükümetin bu çerçeve içinde mali disiplini sürdürme ve enflasyonu kontrol etme yeteneğine doğrudan meydan okumaktadır. Siyasi olarak, bu kadar büyük ve tarihsel olarak etkili bir işçi konfederasyonunun taleplerine etkili bir şekilde yanıt verememek, özellikle siyasi istikrar için kritik olan işçi sınıfı seçmenleri arasında kamu güvenini ve desteğini aşındırabilir. Bu durum, hükümeti politika önceliklerini yeniden değerlendirmeye, potansiyel olarak uzun vadeli yapısal reformlardan acil sosyal yatıştırmaya odaklanmaya zorlayabilir.
Türk-İş’in geçmişteki önemli eylemleri ve sonuçları, konfederasyonun büyük ölçekli seferberlik kapasitesini ve eylemlerinin politika ve siyaset üzerindeki somut etkilerini açıkça göstermektedir. Bu eylemler arasında ülke çapında “genel uyarı” grevleri (örn. 1994), “işyeri terk etme” eylemleri (örn. 2005) ve büyük halk mitingleri (örn. Türk-İş’in ilk büyük mitingi olan 1961 Saraçhane Mitingi; 400.000 katılımcıyla 1999 Kızılay Mitingi; ve 2009’daki “Ekonomik Krizin Bedelini Ödemeyeceğiz” mitingi) yer almaktadır.19 Bu eylemler, işçi haklarına yönelik tehditler, hükümetin özelleştirme politikaları, artan yaşam maliyeti ve olumsuz sosyal güvenlik reformlarına yanıt olarak sürekli olarak gerçekleştirilmiştir.19
Tarihsel olarak, Türk-İş’in bazı büyük eylemleri, hükümetten önemli tavizlerle sonuçlanmıştır (örn. 1980’de sosyal haklar yasa tasarılarının geri çekilmesi ve 2002’de iş güvencesi sözü).19 Özellikle, 1995’teki kamu sektörü toplu iş sözleşmelerindeki tıkanıklık, 144.682 işçinin katıldığı ülke çapında bir greve dönüşmüş ve hükümetin düşmesine katkıda bulunan bir faktör olarak gösterilmektedir.19
Tarihsel kayıtlar, Türk-İş’in büyük eylemlerinin, özellikle daha geniş toplumsal hoşnutsuzlukla (örn. ekonomik krizler, algılanan adaletsizlikler) birleştiğinde, hükümet değişiklikleri de dahil olmak üzere derin siyasi yansımalara sahip olduğunu açıkça göstermektedir.19 Bu tarihsel örüntü, ülke çapında endüstriyel eylem tehdidinin sadece müzakerelerde taktiksel bir manevra değil, önemli siyasi istikrarsızlık için gerçek bir potansiyel tetikleyici olduğunu düşündürmektedir. Hükümetin Türk-İş’in taleplerini karşılayamaması, sadece ciddi ekonomik aksaklıklara yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda muhalif güçleri ve daha geniş kamu hoşnutsuzluğunu da harekete geçirecek, potansiyel olarak siyasi meşruiyetini ve istikrarını zayıflatacaktır. “Meydanlar konuşur” uyarısı 1, geçmişteki yaygın halk protestolarını doğrudan anımsatmakta ve siyasi manzarayı zaman zaman değiştiren anlara gönderme yapmaktadır. Bu durum, hükümetin otoritesine ve sosyal düzeni sürdürme yeteneğine doğrudan bir meydan okuma ile karşı karşıya olduğunu ima etmektedir.
Tablo 3: Seçilmiş Büyük Türk-İş Eylemleri ve Sonuçları (Tarihsel Bağlam)
Yıl | Eylem Türü | Temel Talep/Neden | Tahmini Ölçek/Etki Alanı | Sonuç/Etki | Kaynak |
1961 | Saraçhane Mitingi | Grev, toplu iş sözleşmesi, iş güvenliği ve diğer işçi talepleri | İstanbul, ilk büyük miting | Hükümet programında temel işçi sorunlarına yer verilmemesine tepki | 19 |
1975 | “ŞARTEL” Eylemi | İşten çıkarmaların protestosu, işçi sorunlarına çözüm talebi | Ege Bölgesi, elektrik kesintisi | İşçi sorunlarına çözüm getirmeyen yaklaşımları protesto | 19 |
1980 | Kanun Tasarılarının Geri Çekilmesi Talebi | Sosyal haklarda kayıp öngören kanun tasarılarının geri çekilmesi | Ulusal düzeyde, Teşkilat Başkanları toplantısı | Hükümet, tasarıları geri çekti | 19 |
1988 | Yemek Boykotu | Ekonomik politikaların protestosu, hayat pahalılığı | Ulusal düzeyde, 1,5 milyon işçi katılımı | Türkiye’de ulusal düzeyde ilk organize kitle eylemi | 19 |
1989 | “Bahar Eylemleri” | Kamu toplu iş sözleşmelerindeki tıkanıklık, hükümetin uzlaşmaz tutumu | Çeşitli protesto biçimleri (vizite, yürüyüş, vb.) | Hükümetin tutumunu protesto | 19 |
1991 | Madenci Yürüyüşü | Maden grevinin uzaması, hükümet tehditleri | Zonguldak, 100 bin+ maden işçisi ve aileleri | Yürüyüş Mengen’de durduruldu, geri dönüş kararı alındı | 19 |
1994 | “Genel Uyarı Eylemi” | Hukuk devleti anlayışına uygun hareket edilmemesi, işçi sorunlarının sürmesi | Ülke genelinde, üretimden gelen güç kullanımı | Hükümetin uygulamalarını protesto | 19 |
1995 | Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Grevi | Toplu iş sözleşmelerindeki tıkanıklık, hükümetin tutumu | Ülke çapında, 144.682 işçi | Hükümetin güvenoyu alamamasına katkı | 19 |
1997 | “Demokratik ve Laik Türkiye” Eylemi | Demokratik ve laik Türkiye talebi | Beş kuruluşun işyerlerinde çalışma durduruldu | Ortak bildiri okundu | 19 |
1999 | “Mezarda Emekliliğe ve Sefalet Ücretine Hayır!” Mitingi | Sosyal güvenlik yasa tasarısı, düşük zam oranları | Ankara Kızılay, 400 bin kişi | Tasarının geri çekilmesi istendi | 19 |
2002 | Geceleme Eylemi | İş güvencesi talebi, hükümetin talepleri karşılamaması | Kızılay Güvenpark | İş güvencesi sözü üzerine eylem sona erdi | 19 |
2005 | Özelleştirme Karşıtı Eylemler | Tüpraş, Telekom, Erdemir özelleştirmeleri | Ankara, Ereğli, İstanbul | Özelleştirmeleri protesto | 19 |
2010 | TEKEL İşçilerine Destek Eylemleri | TEKEL işçilerine destek, çalışma hayatı sorunları | Türkiye çapında, kitlesel katılımlar | Hükümetin uygulamalarını protesto | 19 |
2014 | “Kölelik Düzenine Son Mitingi” | Taşeronlaşmanın protestosu, örgütlenme engelleri | Ankara Sıhhiye Meydanı, 50 bin işçi | Taşeronlaşmaya karşı mücadele vurgusu | 19 |
V. Paydaş Tepkileri ve Genel Görünüm
Hükümetin Pozisyonu ve Beklenen Müzakere Stratejileri
Hükümetin Türk-İş’in 27 Şubat’taki protokolüne verdiği birincil yanıt, üç aydır somut bir ücret teklifi konusunda “sessizlik” olmuştur.1 Bu eylemsizlik, Türk-İş için temel anlaşmazlık noktasıdır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, Bakan’ın 2-13 Haziran 2025 tarihleri arasında “İşler, Haklar ve Büyüme” konulu ILO konferansına katılması gibi uluslararası forumlardaki angajmanı 14, acil iç ücret tavizlerinden ziyade daha geniş işgücü politikası tartışmalarına odaklanıldığını düşündürmektedir.
Eş zamanlı olarak, Hazine ve Maliye Bakanı’nın 2 Haziran 2025 tarihli açıklaması, cari dengeyi iyileştirmeyi ve yapısal dönüşümü vurgulamıştır.18 Bu, hükümetin genel önceliğinin makroekonomik istikrar ve mali disiplin olduğunu göstermektedir, bu da önemli ücret artışlarıyla çelişebilir.
Türk-İş’in geçmişte asgari ücret komisyonlarıyla ilgili deneyimi, Başkan Ergün Atalay’ın komisyonun “adil ve antidemokratik” olmadığı sürece katılmayacaklarını belirtmesiyle 20, hükümetin ücret belirleme yaklaşımından duyulan memnuniyetsizliğin ve gelecekteki müzakerelerde potansiyel bir katılık eğiliminin bir göstergesidir.
Hükümet, önemli bir politika ikilemiyle karşı karşıyadır. Bir yandan, Türk-İş’in 600.000 kamu çalışanı için talep ettiği önemli ücret artışlarına 15 boyun eğmek, mali konsolidasyon taahhüdünü zayıflatma ve enflasyonu körükleme riski taşımaktadır; ki hükümet bunu aktif olarak düşürmeye çalışmaktadır.6 Bu durum, daha geniş makroekonomik istikrar gündemini tehlikeye atacaktır. Diğer yandan, uzun süreli eylemsizlik ve tatmin edici bir teklif sunamama, yaygın endüstriyel eyleme ve önemli sosyal huzursuzluğa 1 yol açma riski taşımaktadır; bu da kamu hizmetlerini, ekonomik faaliyeti ve siyasi meşruiyeti ciddi şekilde etkileyebilir. Hükümetin mevcut kamu açıklamaları makroekonomik istikrara öncelik vermekte 18, bu da mali ihtiyatlılığa yönelik bir tercihi düşündürmektedir. Ancak, Türk-İş’in tırmanan söylemi ve birleşik cephesi, bu yaklaşımın önemli sosyal ve siyasi maliyetler olmaksızın sürdürülebilir olmadığını ima etmektedir. Beklenen müzakere stratejisi muhtemelen geciktirme, daha düşük bir uzlaşma teklif etme veya işçi cephesini bölmeye çalışma girişimlerini içerecektir, ancak Türk-İş ve Hak-İş’in birleşik duruşu 2 bunu özellikle zorlaştırmaktadır. Hükümetin yanıtı, ekonomik zorunlulukları sosyal eşitlikle dengeleme ve kamu düzenini sürdürme yeteneğinin kritik bir testi olacaktır.
İşveren Kuruluşlarının (TİSK, TOBB) Bakış Açıları ve Potansiyel Katılımları
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) gibi büyük işveren kuruluşları, tarihsel olarak Türk-İş ve Hak-İş ile işbirliği içinde bulunmuşlardır. Önemli bir örnek, kriz döneminde Kısa Çalışma Ödeneği’nin uzatılması için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür eden ortak açıklamaları 21 ve 1990’ların sonlarındaki “Sivil İnisiyatif”e katılımlarıdır.22 Bu durum, daha geniş ekonomik ve sosyal konularda çok taraflı diyalog ve işbirliği için bir emsal teşkil etmektedir.
Ancak, bu kuruluşların son dönemdeki kamu faaliyetleri, örneğin TOBB’un 2 Haziran 2025’te düzenlenen 81. Genel Kurulu, kamu sektörü ücret anlaşmazlığıyla doğrudan ilgilenmek yerine ticaret, ekonomik büyüme ve iş geliştirme gibi konulara odaklandığını göstermektedir.23
İşveren kuruluşları olan TİSK ve TOBB, Türk-İş ile daha geniş ekonomik ve sosyal konularda (örn. kriz yönetimi 21) işbirliği yapma kapasitesini göstermiş olsalar da, kamu sektörü toplu iş sözleşmesi anlaşmazlığına doğrudan katılımları, sunulan verilerde daha az belirgindir. Bu durum, acil çıkarların farklılaştığını düşündürmektedir. Özel sektör işverenleri, kendi ücret müzakereleri için bir emsal teşkil edebileceği ve potansiyel olarak işgücü maliyetlerini artırabileceği için yüksek kamu sektörü ücret artışlarından çekinebilirler. Ticaret ve ekonomik büyümeye yönelik mevcut kamu odakları 23, yaygın kamu sektörü grevleriyle ciddi şekilde tehdit edilecek genel ekonomik istikrara yönelik güçlü bir arzuyu göstermektedir. Bu nedenle, bu anlaşmazlıktaki potansiyel katılımları, Türk-İş’in belirli ücret taleplerini doğrudan desteklemekten ziyade, ekonomik aksaklığı en aza indiren hızlı ve kesintisiz bir çözümü savunmak şeklinde dolaylı olabilir. Rolleri, piyasa istikrarını koruyan bir çözüm için arabuluculuğa veya baskıya kayabilir.
Diğer İşçi Konfederasyonları ve Sivil Toplumdan Tepkiler
Türk-İş ve Hak-İş arasındaki Kamu Toplu İş Sözleşmesi Protokolü üzerindeki işbirliği, mevcut anlaşmazlığın temelini oluşturmaktadır.1 Bu birleşik cephe, Türk-İş’in pazarlık gücünü ve tehditlerinin güvenilirliğini önemli ölçüde artırmaktadır.
Tarihsel olarak, Türk-İş, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) gibi diğer büyük işçi konfederasyonları ile çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla ortak eylemlerde bulunmuştur. Ortak 1 Mayıs kutlamaları, TEKEL işçilerine yönelik dayanışma eylemleri ve ekonomik krizlere karşı protestolar buna örnek teşkil etmektedir.19 Bu kapsamlı konfederasyonlar arası işbirliği geçmişi, mevcut anlaşmazlığın daha da tırmanması durumunda daha geniş bir işçi dayanışması potansiyelinin güçlü olduğunu göstermektedir.
Türk-İş ve Hak-İş arasındaki bu kritik kamu sektörü toplu iş sözleşmesi konusunda açık ve sürekli işbirliği, çok önemli bir faktördür.1 Tarihsel olarak, daha geniş işçi hareketi içindeki iç bölünmeler (örn. DİSK’in Türk-İş’ten ayrılması 5) zaman zaman işgücünün genel pazarlık gücünü parçalamış ve zayıflatmıştır. Mevcut birleşik duruş, hükümetin bir konfederasyonu diğerine karşı kolayca oynama yeteneğini ortadan kaldırmakta, böylece Türk-İş’in ülke çapında eylem tehdidinin güvenilirliğini önemli ölçüde artırmaktadır. Bu dayanışma, hükümet üzerindeki kolektif baskıyı artırmakta ve anlamlı bir yanıt vermesini gerektirmektedir. Dahası, durumun daha da tırmanması halinde diğer büyük işçi konfederasyonlarının (DİSK, KESK) katılım potansiyeli, geçmişteki sayısız ortak eylemle gösterildiği gibi 19, bu baskıyı daha da artırmakta ve hükümetin kolayca göz ardı edemeyeceği zorlu ve potansiyel olarak ekonomi çapında birleşik bir cephe oluşturmaktadır. Bu birlik, anlaşmazlığı sektörel bir sorundan ulusal bir işçi krizine dönüştürmektedir.
VI. Sonuç: Çıkmazı Aşmak
Türk İşçi İlişkilerindeki Kritik Dönüm Noktasının Özeti
Türk-İş’in 2 Haziran 2025 tarihli basın açıklaması, Türk işçi ilişkilerinde önemli ve tırmanan bir anı işaret etmektedir. Sürekli yüksek enflasyon ve hükümetten üç aydır somut bir yanıt gelmemesi üzerine, Türk-İş, Hak-İş ile birleşik bir duruş sergileyerek müzakere aşamasından doğrudan bir ültimatoma geçmiştir. Ülke çapında endüstriyel eylem tehdidi, kamu sektörü çalışanlarının derin ekonomik şikayetlerini ve Türkiye’deki örgütlü emeğin kalıcı gücünü ve kararlılığını vurgulamaktadır. Bu durum, hükümetin ekonomik yönetimi ve işgücünün önemli bir kesimiyle olan ilişkisi için önemli bir zorluk teşkil etmektedir.
Potansiyel Senaryoların ve İstikrar İçin Daha Geniş Etkilerinin Tahmini
-
Senaryo 1: Hükümetin Tavizi ve Uzlaşma: Yaygın grev potansiyelinin ve sosyal barışı koruma zorunluluğunun yarattığı büyük baskı altında, hükümet Türk-İş tarafından kabul edilebilir görülen revize edilmiş ve daha somut bir ücret teklifi sunabilir. Bu durum, bütçe hedeflerini ve enflasyon kontrol çabalarını potansiyel olarak etkileyecek önemli bir maliyet anlamına gelse de, acil ve yaygın ekonomik aksaklıkları önleyecektir. Bu senaryo, hükümetin mali etkiyi azaltmaya çalışırken işçi taleplerini karşılamaya yönelik hassas bir dengeleme eylemini içerecektir.
-
Senaryo 2: Yaygın Grevlere Tırmanış: Hükümetin tatmin edici ve müzakere edilebilir bir teklif sunamaması durumunda, Türk-İş’in 81 ilde ülke çapında endüstriyel eylem tehdidini hayata geçirmesi yüksek olasılıktır. Bu durum, temel kamu hizmetlerinde ciddi aksaklıklara, çeşitli sektörlerde önemli ekonomik kayıplara ve sosyal gerilimlerde keskin bir artışa yol açacaktır. Türk-İş’in büyük ölçekli seferberlik ve yıkıcı taktikler kullanma konusundaki kapsamlı tarihsel sicili 19, bunun güvenilir ve güçlü bir tehdit olduğunu göstermektedir. Böyle bir senaryonun ekonomik ve sosyal sonuçları önemli ve uzun süreli olabilir.
-
Senaryo 3: Uzun Süreli Çıkmaz ve Siyasi Sonuçlar: Aralıklı grevler, protestolar ve çözüm eksikliği ile karakterize edilen uzun süreli bir anlaşmazlık, sürekli bir sosyal huzursuzluk dönemine yol açabilir. Bu durum, hükümetin hem ekonomiyi hem de sosyal uyumu etkili bir şekilde yönetme yeteneğine olan kamu güvenini aşındıracaktır. Böylesine uzun süreli bir çıkmaz, hükümetin halk desteğini zayıflatabilecek ve çözülmemiş işçi huzursuzluğunun siyasi sonuçları doğrudan etkilediği tarihsel örnekleri yansıtan daha geniş siyasi istikrarsızlığa katkıda bulunabilecek önemli siyasi yansımalara sahip olabilir.19 Bu senaryo, uzun vadede daha derin bir toplumsal kutuplaşma ve daha çatışmacı bir endüstriyel ilişkiler ortamı riski taşımaktadır.
Daha Geniş Etkiler
Bu kritik anlaşmazlığın sonucu, acil ücret taleplerinin ötesinde geniş kapsamlı sonuçlar doğuracaktır. Yüz binlerce kamu çalışanının ekonomik refahını ve yaşam standartlarını şekillendirmekle kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’deki hem kamu hem de özel sektördeki gelecekteki işgücü müzakereleri için önemli bir emsal teşkil edecektir. Daha geniş anlamda, hükümetin gerçek sosyal diyaloğa olan bağlılığının ve sürekli enflasyonist baskılar altında karmaşık sosyo-ekonomik zorlukları yönetme kapasitesinin önemli bir testi olacaktır. Bu çıkmazın nasıl çözüldüğü veya tırmanmasına izin verildiği, Türkiye’nin sosyo-ekonomik görünümü, endüstriyel ilişkiler çerçevesi ve genel siyasi istikrarı üzerinde kalıcı etkiler bırakacaktır.
Türk-İş ile Türk hükümeti arasındaki mevcut anlaşmazlık, sadece bir ücret anlaşmazlığından daha fazlasıdır; hükümetin akut ekonomik sıkıntılar karşısında etkin sosyal diyalog ve uyarlanabilir yönetim kapasitesinin kritik bir testini temsil etmektedir. Türk-İş’in “şeffaf, çözüm odaklı ve sosyal diyaloğa dayalı bir yaklaşım” talebi 1, gerçek müzakere arzusunu ve hükümetin işçi endişelerini “sessizlikle” görmezden geldiği algısından bir ayrılmayı göstermektedir. Hükümetin şu anki yaklaşımı, makroekonomik istikrara öncelik verirken 18 somut bir ücret teklifini geciktiriyor gibi görünmesi, bu kritik diyaloğun bir başarısızlığı olarak algılanmaktadır. Hükümetin şimdi nasıl yanıt vereceği – gerçek katılım ve uzlaşma yoluyla mı yoksa sürekli katılık yoluyla mı – sadece kamu sektörü ücretlerinin yakın geleceğini belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda devlet ile örgütlü emek arasındaki uzun vadeli ilişkiyi de şekillendirecektir. Yapıcı bir şekilde angaje olamama, daha çatışmacı ve daha az öngörülebilir bir endüstriyel ilişkiler ortamına yol açabilir ve gelecekteki ekonomik reformları ve sosyal ayarlamaları önemli ölçüde daha zor hale getirebilir. Bu durum, dünya genelindeki hükümetlerin, özellikle yüksek enflasyon ortamlarında, ekonomik istikrarı sosyal eşitlikle dengeleme konusunda karşılaştığı daha geniş zorlukların bir mikrokozmosudur ve hükümetin yönetim stratejisini acil sosyal taleplere uyarlama yeteneğini gösterecektir.